29 Nisan 2013 Pazartesi

Derli toplu sensizlik

O gün derli topluydu evim, sağım solum. Orada burada dağılmış duran eşyaları toplamıştım, üst üste dizdim hatta kitapları karalama defterim de yanı başlarında. Ertelediğim işlerimi bile bitirdim satır arasında. Acelem var çünkü… Bir an önce çıkmak istiyordum sokağa, camdan odaya dolan güneş daha bir sıcak bugün. Biraz uzak olsa da deniz kokusu alır gibiydim.
Bir o yana bir bu tarafa… Hiç durasım yok, zaten çoktan giymiştim mavileri üzerime keyifle aynaya bakmamdan hemen önceydi. Gözüm yine saatte fakat sabırsızlığım başka bugün, sen geleceksin ya…
Yüzün solgun, inatçı güneşe rağmen soluk alıp vermekte kararsız yürüdük. Ama bilirim seversin gökyüzünü. Anlatacaklarımı dinlemedin ki daha ondandır dedim ifaden. Bu sefer el ele yürüdük o sokaklarda… Nalburlar, birkaç eski birahane, ev yemekleri yediğim samimiyeti sadeliğinden gelen lokanta, yan yana hepsi… Her yeri yara bere bir çocuk gibi Üsküdar, güzel ama kapanır elbet yaralar ki daha kabuk bağlayıp silinecek izleri. Hatta balıkçılar çarsısının arasındaki çay evlerinin önünden bile geçtik, ellerimiz terli etrafa bakınırken eskicilerin arasında. Çok daha güzeldi olmuştu şimdi buralar…
Bir gülümseme gördüm ya gözlerinde yetti bana geçen saatlere hiç aldırmadım. Gün döndü geceye yanımdasın ya ağrılarımı ertelerim sensiz günlerime. Neden huzurlu olmayayım ki bir günümü harcamışım senin yanında. Bilirim hikâyelerin var gözlerinden okudum satır başlarını, günlerim senin olsun elbet zamanın var dinlerim yüreğimi açıp senden gelen her şeyi. Sorma işte sebebini, belki söylerim bir ara sayfalar dolusu.


23 Nisan 2013 Salı

Yakın Gerçeklik

"Masallara inanır mısın ya da peki romanlara diyelim?" Bu soru üzerine çoğumuz en olgun tavırlarımızı takınarak belki hiç düşünmeden gülüp geçtik. Sanki gerçekliğe inandık, sindirdik de, bir de hikayeler kaldı kafa yoracak diye içimizden geçirdik belki. Öyle değildir belkide. Sınırlarını tahayyül dahi edemediğin zihninin eseri bir takım düşleri gerçekliğe uydurmaya çalışmak bir müddet zevkli bir meşgale olsa da insan duracağı noktayı kestirmeli, doğrudur. Bir taraftan da sormadan da geçmek istemiyor bazen salt akıl, mademki bunları bizler düşündük, mimari biziz, sonu mutlu biten. Daha ağdalı olarak söylense yada kokusu bahar çiçeklerini kıskandıran, fikri bile kalbimizdeki gölgeleri uzaklara iten hikayelerin. Yani bir ihtimal bile olsa –(uçan halılardan bahsetmiyorum, yok onlardan da bahsediyorum hatta)-- benzerleri karşımıza çıkarsa ne yaparız dedik mi kendi kendimize. Bir başka deyişle hayal ettiklerimiz, yaşama arzusunun dışa vurumu, gözle görmek istediklerimiz… Kıyılara vuran dalgasının sadece sesi dahi gerçek olursa ya rüyalarındaki uçsuz bucaksız okyanusun… Ne yaparız o zaman?
O kadar uzak mı hayallerimiz veya hiç mi hazırlıklı değiliz gerçekleşecekleri günlere. Tamamı değilse de, sadece bir gülümseme bırakacak olanlar bile vücut bulursa? Çok mu büyüktük yoksa gözümüzde, aynı çocukluğumuzda vitrindeki hayalini kurduğumuz oyuncaklar gibi.
Miras bırakılanlar yavaş yavaş tüketilip tarih oluyor. Feyiz aldığın, kör karanlıklarda gaz lambası ışığında yazılan şiirlerin şairleri ne amaç uğruna bu kadar mürekkep harcadı diye soruyorum kendi kendime. Neydi söylemek istedikleri saatler boyu süzgeçlerden geçirip, ölçüp tartıp, kıyı köşe törpüleyip ardından aktardıkları. Herhalde bir takım yaşanmamışlıklar da vardır elbet hayat tecrübelerinin yanında değil mi? 
Yani olamadıklarını da yazmışlardır galiba. Olmasını istedikleri yer ve mekan tasvirleri içindeki diyaloglarını okudum en azından. Beşeri kaygılardan ziyade huzurlu olmayı istedikleri resimdi sanki en temel ögesi vurgulamak istediklerinin. Hiçbir zaman mavi boyası olmayan birinin denizi, gökyüzünü resmetmesi ne kadar meziyet isteyen bir uğraş ise, o kadar zordur işte birine anlatmak hissettiklerini. Sabahlara kadar da konuşursun belki hiç dert etmeden, yeter ki senin hayalin bir başkasının gözlerinde benzer bir şekil alsın.
Herkes vazgeçmeyi düşünmüştür ama bir zaman sonra. En derin tasvirleri gündelik cümlelermiş gibi kullanan ustalar da muzdarip olmuştur eminim aynı dertten. O noktadan sonra şunu demişlerdir; karşılık bulamadan meziyetin ne kıymeti kalır ki. Ya da yalnızca anlatabilmiş olmanın huzuru kalır içimizde.
Köşesi yıldızlı yağmur damlasının, koyu yeşil şişkin göğüslü yaprağın en ucundan süzülürken ki korkusunu dahi anlatabilmiş olmak, en güçlü hayal gücü ve yetenekle… Ne işe yarar? Avucunda taşıdığın yağmurlarla karşısında dursan sevgilinin ve bir damla bile süzülmezse gözlerinden. Akıp gitmese o ipeksi beyaz teninden, elmacık kemiklerine dokunduktan sonra dudaklarının kenarına… Ne ifade eder ki, en derin cümleler eğer bulamıyorsa yerini anlamasını istediklerinin yüreklerinde...
Gün üşenmedikçe yeniden yüzünü göstermeye, perdesini örtmekten sıkılmadığı sürece gece gökyüzünün, bizimkisi zaten kolay mesai… Vazgeçmeden nağmeler ederim kesilse de nefesim yutkunmaları saymazsak arada sırada. Kapı duvar yalnızlıklar boyu da olsa, benim değil mi kelimeler söylerim sadece yankısını dahi duysam. Bir cevap gelmemesi ihtimal dahilinde olsa da haykırırım ardından giden ilkbaharın. Yasak değil ya… İlk satırlarını yazıyorum belki düşlerimin, o gün gelir belki tamamlanır, bir neden var mı ki olmaması için. Ne kaybederim ki… Sadece ciğerlerime dolar birkaç uykusuz gece daha en fazla ve zifiri karanlık dumanı sarar odamı bembeyaz sabahların yanında. Uyanıp doğruyu yanlışı net gördüğüm cam rengi gerçekliğinden hemen önce.

Hayallerimiz ne vakit çiğ tanesi gibi gözlerimizin önünde sere serpe dursa, özü en azından veyahut benzerleri inanmak için can attığımız köşe başı muhabbetlerinin. Bir şeyler oluyor sanki. Sımsıkı sarılmamız gerekirken onlara, afaki bir şımarıklık kaplıyor biz ölümlüleri. “Anlasana, masal da gerçek de burada. Tamda işte seninle benim aramda…İnan buna” demeli bu gidişata bir son vermek uğruna kim bilir vakti geldiğinde… Yakınım cam rengi berrak gerçekliği göreceğim anlara ama vazgeçmem ki söylerim yine aklımdakini...

11 Nisan 2013 Perşembe

Hoşgeldin...

Kırık bir sandalye tepesinde oturmak gibi bir şey bu beklide, biçare yorgunluklarına dermandır ki dinlenirsin bir vakit fakat tedirginlik hiçbir zaman yakanı bırakmaz. Ha düştüm ha düşeceğim... Vakitsiz gelen galibiyetlerin bir lokmalık hazzı kadar geçici…Yıllardır görmediğin biriyle ayaküstü lafa dalıp kaçırdığın son vapurun uzaklaşmasını izlemek gibi.
Masmavi gökyüzünün göz kırpışında bir süre sonra beliren yağmur yüklü bulutların sinsiliği bu… Ya da tam tersine umutsuz günün arkasına gelen müjdeli bir haber… Hepsi iç içe geçmiş sanki ve ayrı gayrı yok hüzünle sevinç arasında. Aynı anda hayata kapanan gözün yamacında, ilk nefes alışı var bir bebeğin.
Bizler de öyle değil miyiz? Ağız dolusu kahkahalar atıp ardından sebepsiz bir keder kaplamaz mı sizin de yüreklerinizi. En tatlı rüyalarınızın peşinden geldiği olmadı mı en gerçek yüzüyle yaşamak kaygılarınız. Hiç mi yere düşmedi az evvel aldığınız fıstıklı dondurma, kayıp külahından usulca…
Fakat bir de öbür tarafa var ki her şeye inat inandığım. Zifiri karanlıkların tamda içinde, alışmışken tek başına yürümeye, bir başka can, yoldaş olmadı mı toprak yollarınızda. Sigaradan son bir nefes daha çekerken hiç çalmadı mı radyoda o en sevdiğiniz şarkı. Aklınıza geldiği olmadı mı hiç hem de tam son dakikada sorunun doğru cevabı. Akşamın bir vakti kapınız çalınıp hiç mi gelmedi özledikleriniz beklenmedik vakitte…?
Oldu, evet… Benim oldu…
Kan çanağı gözlerle uyanıp sol yanımda dalgalı denizleri gördüğüm oldu. O müjdeli haber bana da geldi, son umutlarımı kenara süpürürken. Nefes nefese çıktığım yokuşların sonunda kavuştum bekleyenlerime. Ağrılarım dindi bazen bir dokunuşla, hemen o anda. 
Hoşgeldin sevgilim...

6 Nisan 2013 Cumartesi

Nisan Akşamı

İçinde kavuşmak gecen yolculuklar keyiflidir. 
Ne kadar sürerse sursun,ne kadar beklersek bekleyelim kenarda köşede, tozlu yollarda.. 
Bir varoluş sebebi gibi benimsiyor insan gidişlerini
Zararını,sıkıntısını görmezden gelip, mahalle aralarında sinek ilaçlama arabalarının dumanında kaybolup koşan çocuklar gibi şen oluyorduk yakınlaştıkça ineceğimiz yer..  
Bazen ise sadece selam verip dönmek kadar kısa olsa da kalışlarımız, damağımızda bir bayram şekeri tadı bırakırdı uç beş kelami eski dostların... 
Çocukluğum gibi tertemiz çarşaflarda uyuyup buruk bir ruh ile şşimdiki yorgun benliğimle uyanmak nasıl bir histir bir bilseniz...
Neyse ki nefes alıp verdikçe alışıyordum
Aslında her birini ayrı sevmek lazım, ki o zamandır en güzeli.. 
Gideceğin yeri,yolculuklarını ve döneceğin yeri.. 
Yani biraktiklarini da... 
Ama içim rahat,bundan sonra denize sarılan güneşin gün batımındaki anı gibi olacak döneceğim yer... 
O var çünkü.. 
Bırakmıştım en son üşümüş ellerini bir nisan akşamında..