"Masallara
inanır mısın ya da peki romanlara diyelim?" Bu soru üzerine
çoğumuz en olgun tavırlarımızı takınarak belki hiç düşünmeden gülüp geçtik.
Sanki gerçekliğe inandık, sindirdik de, bir de hikayeler kaldı kafa
yoracak diye içimizden geçirdik belki. Öyle değildir belkide. Sınırlarını
tahayyül dahi edemediğin zihninin eseri bir takım düşleri gerçekliğe uydurmaya
çalışmak bir müddet zevkli bir meşgale olsa da insan duracağı noktayı
kestirmeli, doğrudur. Bir taraftan da sormadan da geçmek istemiyor bazen salt
akıl, mademki bunları bizler düşündük, mimari biziz, sonu mutlu biten. Daha ağdalı olarak söylense yada kokusu bahar çiçeklerini kıskandıran, fikri bile kalbimizdeki gölgeleri
uzaklara iten hikayelerin. Yani bir ihtimal bile olsa –(uçan halılardan
bahsetmiyorum, yok onlardan da bahsediyorum hatta)-- benzerleri karşımıza çıkarsa ne
yaparız dedik mi kendi kendimize. Bir başka deyişle hayal ettiklerimiz, yaşama
arzusunun dışa vurumu, gözle görmek istediklerimiz… Kıyılara vuran dalgasının
sadece sesi dahi gerçek olursa ya rüyalarındaki uçsuz bucaksız okyanusun… Ne
yaparız o zaman?
O kadar
uzak mı hayallerimiz veya hiç mi hazırlıklı değiliz gerçekleşecekleri günlere.
Tamamı değilse de, sadece bir gülümseme bırakacak olanlar bile vücut bulursa?
Çok mu büyüktük yoksa gözümüzde, aynı çocukluğumuzda vitrindeki hayalini
kurduğumuz oyuncaklar gibi.
Miras
bırakılanlar yavaş yavaş tüketilip tarih oluyor. Feyiz aldığın, kör
karanlıklarda gaz lambası ışığında yazılan şiirlerin şairleri ne amaç uğruna bu
kadar mürekkep harcadı diye soruyorum kendi kendime. Neydi söylemek istedikleri
saatler boyu süzgeçlerden geçirip, ölçüp tartıp, kıyı köşe törpüleyip ardından
aktardıkları. Herhalde bir takım yaşanmamışlıklar da vardır elbet hayat
tecrübelerinin yanında değil mi?
Yani olamadıklarını da yazmışlardır galiba.
Olmasını istedikleri yer ve mekan tasvirleri içindeki diyaloglarını okudum en
azından. Beşeri kaygılardan ziyade huzurlu olmayı istedikleri resimdi sanki en
temel ögesi vurgulamak istediklerinin. Hiçbir zaman mavi boyası olmayan birinin
denizi, gökyüzünü resmetmesi ne kadar meziyet isteyen bir uğraş ise, o kadar
zordur işte birine anlatmak hissettiklerini. Sabahlara kadar da konuşursun
belki hiç dert etmeden, yeter ki senin hayalin bir başkasının gözlerinde benzer
bir şekil alsın.
Herkes
vazgeçmeyi düşünmüştür ama bir zaman sonra. En derin tasvirleri gündelik
cümlelermiş gibi kullanan ustalar da muzdarip olmuştur eminim aynı dertten. O
noktadan sonra şunu demişlerdir; karşılık bulamadan meziyetin ne kıymeti kalır
ki. Ya da yalnızca anlatabilmiş olmanın huzuru kalır içimizde.
Köşesi
yıldızlı yağmur damlasının, koyu yeşil şişkin göğüslü yaprağın en ucundan
süzülürken ki korkusunu dahi anlatabilmiş olmak, en güçlü hayal gücü ve
yetenekle… Ne işe yarar? Avucunda taşıdığın yağmurlarla karşısında dursan
sevgilinin ve bir damla bile süzülmezse gözlerinden. Akıp gitmese o ipeksi beyaz
teninden, elmacık kemiklerine dokunduktan sonra dudaklarının kenarına… Ne ifade
eder ki, en derin cümleler eğer bulamıyorsa yerini anlamasını istediklerinin
yüreklerinde...
Gün
üşenmedikçe yeniden yüzünü göstermeye, perdesini örtmekten sıkılmadığı sürece
gece gökyüzünün, bizimkisi zaten kolay mesai… Vazgeçmeden nağmeler ederim
kesilse de nefesim yutkunmaları saymazsak arada sırada. Kapı duvar yalnızlıklar
boyu da olsa, benim değil mi kelimeler söylerim sadece yankısını dahi duysam.
Bir cevap gelmemesi ihtimal dahilinde olsa da haykırırım ardından giden
ilkbaharın. Yasak değil ya… İlk satırlarını yazıyorum belki düşlerimin, o gün
gelir belki tamamlanır, bir neden var mı ki olmaması için. Ne kaybederim ki…
Sadece ciğerlerime dolar birkaç uykusuz gece daha en fazla ve zifiri karanlık dumanı
sarar odamı bembeyaz sabahların yanında. Uyanıp doğruyu yanlışı net gördüğüm
cam rengi gerçekliğinden hemen önce.
Hayallerimiz
ne vakit çiğ tanesi gibi gözlerimizin önünde sere serpe dursa, özü en azından
veyahut benzerleri inanmak için can attığımız köşe başı muhabbetlerinin. Bir
şeyler oluyor sanki. Sımsıkı sarılmamız gerekirken onlara, afaki bir şımarıklık
kaplıyor biz ölümlüleri. “Anlasana, masal da gerçek de burada. Tamda işte
seninle benim aramda…İnan buna” demeli bu gidişata bir son vermek uğruna kim
bilir vakti geldiğinde… Yakınım cam rengi berrak gerçekliği göreceğim anlara
ama vazgeçmem ki söylerim yine aklımdakini...