23 Nisan 2013 Salı

Yakın Gerçeklik

"Masallara inanır mısın ya da peki romanlara diyelim?" Bu soru üzerine çoğumuz en olgun tavırlarımızı takınarak belki hiç düşünmeden gülüp geçtik. Sanki gerçekliğe inandık, sindirdik de, bir de hikayeler kaldı kafa yoracak diye içimizden geçirdik belki. Öyle değildir belkide. Sınırlarını tahayyül dahi edemediğin zihninin eseri bir takım düşleri gerçekliğe uydurmaya çalışmak bir müddet zevkli bir meşgale olsa da insan duracağı noktayı kestirmeli, doğrudur. Bir taraftan da sormadan da geçmek istemiyor bazen salt akıl, mademki bunları bizler düşündük, mimari biziz, sonu mutlu biten. Daha ağdalı olarak söylense yada kokusu bahar çiçeklerini kıskandıran, fikri bile kalbimizdeki gölgeleri uzaklara iten hikayelerin. Yani bir ihtimal bile olsa –(uçan halılardan bahsetmiyorum, yok onlardan da bahsediyorum hatta)-- benzerleri karşımıza çıkarsa ne yaparız dedik mi kendi kendimize. Bir başka deyişle hayal ettiklerimiz, yaşama arzusunun dışa vurumu, gözle görmek istediklerimiz… Kıyılara vuran dalgasının sadece sesi dahi gerçek olursa ya rüyalarındaki uçsuz bucaksız okyanusun… Ne yaparız o zaman?
O kadar uzak mı hayallerimiz veya hiç mi hazırlıklı değiliz gerçekleşecekleri günlere. Tamamı değilse de, sadece bir gülümseme bırakacak olanlar bile vücut bulursa? Çok mu büyüktük yoksa gözümüzde, aynı çocukluğumuzda vitrindeki hayalini kurduğumuz oyuncaklar gibi.
Miras bırakılanlar yavaş yavaş tüketilip tarih oluyor. Feyiz aldığın, kör karanlıklarda gaz lambası ışığında yazılan şiirlerin şairleri ne amaç uğruna bu kadar mürekkep harcadı diye soruyorum kendi kendime. Neydi söylemek istedikleri saatler boyu süzgeçlerden geçirip, ölçüp tartıp, kıyı köşe törpüleyip ardından aktardıkları. Herhalde bir takım yaşanmamışlıklar da vardır elbet hayat tecrübelerinin yanında değil mi? 
Yani olamadıklarını da yazmışlardır galiba. Olmasını istedikleri yer ve mekan tasvirleri içindeki diyaloglarını okudum en azından. Beşeri kaygılardan ziyade huzurlu olmayı istedikleri resimdi sanki en temel ögesi vurgulamak istediklerinin. Hiçbir zaman mavi boyası olmayan birinin denizi, gökyüzünü resmetmesi ne kadar meziyet isteyen bir uğraş ise, o kadar zordur işte birine anlatmak hissettiklerini. Sabahlara kadar da konuşursun belki hiç dert etmeden, yeter ki senin hayalin bir başkasının gözlerinde benzer bir şekil alsın.
Herkes vazgeçmeyi düşünmüştür ama bir zaman sonra. En derin tasvirleri gündelik cümlelermiş gibi kullanan ustalar da muzdarip olmuştur eminim aynı dertten. O noktadan sonra şunu demişlerdir; karşılık bulamadan meziyetin ne kıymeti kalır ki. Ya da yalnızca anlatabilmiş olmanın huzuru kalır içimizde.
Köşesi yıldızlı yağmur damlasının, koyu yeşil şişkin göğüslü yaprağın en ucundan süzülürken ki korkusunu dahi anlatabilmiş olmak, en güçlü hayal gücü ve yetenekle… Ne işe yarar? Avucunda taşıdığın yağmurlarla karşısında dursan sevgilinin ve bir damla bile süzülmezse gözlerinden. Akıp gitmese o ipeksi beyaz teninden, elmacık kemiklerine dokunduktan sonra dudaklarının kenarına… Ne ifade eder ki, en derin cümleler eğer bulamıyorsa yerini anlamasını istediklerinin yüreklerinde...
Gün üşenmedikçe yeniden yüzünü göstermeye, perdesini örtmekten sıkılmadığı sürece gece gökyüzünün, bizimkisi zaten kolay mesai… Vazgeçmeden nağmeler ederim kesilse de nefesim yutkunmaları saymazsak arada sırada. Kapı duvar yalnızlıklar boyu da olsa, benim değil mi kelimeler söylerim sadece yankısını dahi duysam. Bir cevap gelmemesi ihtimal dahilinde olsa da haykırırım ardından giden ilkbaharın. Yasak değil ya… İlk satırlarını yazıyorum belki düşlerimin, o gün gelir belki tamamlanır, bir neden var mı ki olmaması için. Ne kaybederim ki… Sadece ciğerlerime dolar birkaç uykusuz gece daha en fazla ve zifiri karanlık dumanı sarar odamı bembeyaz sabahların yanında. Uyanıp doğruyu yanlışı net gördüğüm cam rengi gerçekliğinden hemen önce.

Hayallerimiz ne vakit çiğ tanesi gibi gözlerimizin önünde sere serpe dursa, özü en azından veyahut benzerleri inanmak için can attığımız köşe başı muhabbetlerinin. Bir şeyler oluyor sanki. Sımsıkı sarılmamız gerekirken onlara, afaki bir şımarıklık kaplıyor biz ölümlüleri. “Anlasana, masal da gerçek de burada. Tamda işte seninle benim aramda…İnan buna” demeli bu gidişata bir son vermek uğruna kim bilir vakti geldiğinde… Yakınım cam rengi berrak gerçekliği göreceğim anlara ama vazgeçmem ki söylerim yine aklımdakini...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder